1947 Türkiye Şampiyonalarının Hikayesi
[hr style=”3d”]
“Kamaralarının pencerelerinden parçalanan dalgaların sırçalaşan damlalarını seyredenler kuruyan dudaklarını ıslatmak için aradıkları suyun damlasını bulamazlarken deryaların ortasında uğradıkları bu mahrumiyetin verdiği kederle bir yudum suyun hayaline dalmışlardı.”
İstanbul Birinci Ticaret Lisesinin daktilografi salonu…
Kara tahtaya stenografi ile birkaç satır yazılmış. Makinelerinin başındaki 36 kişi, gözleri tahtada durmadan yazıyorlar…
Tahtadaki stenografiden bir şey anlamayan, herhangi bir daktilografın yanına gidip makinedeki kâğıda yazılanları takip ederse yukarıdaki uzun cümleyi çıkarıyor…
Bu, İstanbul’da ilk defa yapılan genel daktilografi yarışıdır.
Bir ay evvel verilen karara göre İstanbul’daki bütün iş yerlerine mektuplar yazılmış, birkaç gazetede de haber olarak duyurulmuş ve kendisine güvenen her daktilografın müsabakaya gelmesi rica edilmiştir…
Gazetelerle haber verilip daktilograflara binlerce mektup gönderilmesine rağmen iş yerlerinden hiç bir daktilografın yarışa gelmemesi öğretmeni çok üzmektedir. Çünkü yarışa sadece kendi öğrencileri arasından seçtiği 36 kişi katılıyor ve bu suretle, bir okul yarışı olmaktan ileri gitmiyordu.
Meslekdaşı Mehmet Ötüken, İhsan Yener’i teselli ediyor “Biz madem ki bütün İstanbul daktilograflarını davet ettik, onlara istedikleri makinelerle yarışa girmek imkânlarını hazırladık, kendi makinesi ile gelmek isteyenin taşıma işini bile üzerimize aldığımızı yazdık, şu halde falanca veya filanca şahıslar gelmese bile bu İstanbul şampiyonasıdır” diyordu.
Haklı idi. Davet edilen bir daktilografın yarışa gelmemesinde 3 sebep olabilirdi:
1- Kendisine, derece alabileceğine güvenmemek,
2- Yarışın nasıl yapılacağını bilmediği için çekinmek,
3- Önem vermemek.
Bu sebeplerden hangisi ile olursa olsun yarışa gelmeyen şu veya bu daktilograf, yarışın yapılmamasına sebep olamazdı…
Bu gerçeğin yanıda asıl üzücü olanı şu idi: İstanbul’da daktilo yazan binlerce kişi var, fakat on parmakla bakmadan yazan yok ki…
Ticaret okullarını ayırırsak bütün İstanbul’u arasanız belki 5-10 kişinin on parmakla bakmadan yazdığını tesbit edebilirsiniz, fakat binlerce kişi içinde 5-10 kişi nedir ki?
Saat 10’da başlayan yarışta yarışçılar tahtadaki yazıyı durmadan yazıyorlar, ellerinde kronometre ile arada dolaşan hakemler bir kişinin derecesini tesbit için, ona hissettirmeden arkasında durarak, bir satır başından başlayıp kronometreye basıyorlar, bir dakika dolunca yarışçıyı durdurup kaç satır ve kaç harf yazdığını tesbit ediyorlar. Yanlışları da cezalı olarak çıkarıp yazıyorlar. Sonra yarışçı tekrar yazmaya devam ediyor.
Böylece her yarışçının üçer defa derecesi ölçülüyor. En hızlısı şampiyon oluyor…
Konu seçimi “Uluslararası Daktilografi Yarışları Yönetmeliği’nin “Yüksek Hız” bölümündeki şartlara uygun. Sadece, cümleyi yarışçı değil, öğretmen seçip hazırlamış.
Ölçme işi Uluslararası yönetmeliklerdeki gibi (bir sefer 3 dakika) yerine (3 sefer birer dakika) olarak yapılıyor.
Yönetmelikteki (Noktalama kuralları ve rakam kullanılmaması) hususuna uyuluyor.
Özetle: Bu ilk genel yarışta Uluslararası Yüksek Hız Yarışı Yönetmeliğinin, yarışçıları teşvik amacıyla, (dereceleri etkilemeyecek yerlerde) biraz hafifletilerek uygulanmış oluyor…
Alınan dereceler sıralanınca şu netice çıkıyor:
1947 İstanbul Daktilografi Şampiyonası
Tarihi: 24 Mayıs 1947 Cumartesi, saat 10:00.
Yeri: Sultanahmet Birinci Ticaret Lisesi.
Katılımcı: 36 kişi (Hepsi öğrenci)
Ödül: Dolma kalemler, albümler, kitaplar v.s. (On kişiye)
Dereceler:
1- Ece Alpay | Dakikada 100 kelime |
2- Tomris Alpay | Dakikada 84 kelime |
3- Kayhan Aşkınoğlu | Dakikada 79 kelime |
4- Sevim Alpay | Dakikada 69 kelime |
5- Mehmet Uragün | Dakikada 62 kelime |
6- Ravile İdiller | Dakikada 61 kelime |
7- Hikmet Bürge | Dakikada 60 kelime |
8- Gürkut Gürus | Dakikada 59 kelime |
9- Kemal Up | Dakikada 58 kelime |
10- Adil Ayneli | Dakikada 52 kelime |
(Ece Alpay’ın derecesi 516 harf-3 hata= 100 kelime)